7 Ekim 2015 Çarşamba

Taş Metaforu

     

Koskoca bir sahil, gecenin ortasında elimde beş tane taş oturuyorum. Az önce gelmişim bu memlekete. Küfürler ederek kaçmadım mı buradan ben? Sessiz kalıyor bu soruya ruhum. Özenle seçiyorum yerden taşları, hepsi beyaz, hepsi yuvarlak ve hepsi yassı. Küçücük avucumda yatırıyorum, sığdırmaya çalışıyorum beş taşı. Sağ elimi üzerlerine örtüyorum, artık güvendesiniz mi diyorum içimden kim bilir... Hissetmek istiyorum o serinlikte onlardan gelen sıcağı, kendi ateşimle birleştirip, taşlara yüklüyorum yanma eylemini.  

Ne kadar süre onlara sahip çıkarak orada oturuyorum hatırlamıyorum. Ufka, gecenin karanlığına, ucunu görmediğim, az önce karşı yakasından geldiğim denize uzun uzun bakıyorum. Fonda ne çalıyor hatırlamıyorum. Kaçtığın şehir, artık bu kadar mı huzur verir, onu anlamlandırmaya çalışıyorum. İçimdeki eksik birden bağırıyor. Yeter!!! 

   Atıyorum tek tek bağrıma bastığım o taşları. En uzağa, daha da uzağa... Neden buradayım? Yerden elime geçen ilk taşı alıyorum, var gücümle yine fırlatıyorum denize belki de o sahilde bıraktığım ya da bırakacağım geçmişe. Müziği duyuyorum artık, Ezginin Günlüğü, 'Aşk bitti' diyor. Ben de yineliyorum aşk bitti, eşlik ederken şarkıya, korkuyorum sahildeki tüm taşları denize fırlatmaktan, tam atarken bir diğerini, düşüyor elim yine, solist diyor, 'Aşk hiç biter mi?' Bağırıyorum içime sessiz sessiz: 'Biterrrr' diye. Ya da hiç başlamaz ki diyorum. Alıyorum bir taş daha, sağıma soluma bakınıyorum. Var gücümle yine söz de denize fırlatıyorum. 

Sessizlik hamurumda yok, kaç saat susuyorum onu da bilmiyorum. İnce bileklerim yoruluyor, biri, 'Hadi' diyor. Bir başka sahilde, bir başka zamanda yeniden atmak için, içimdeki eksik yerlere dolduruyorum taşları. Geçmişimi ve geleceğimi bıraktığım bu yerden, bir parça alarak adımlıyorum yolu. Şimdi hangi sahili mesken tutmalı ya da hangi acının denizlerine bu taşları fırlatmalı bilmiyorum.