27 Aralık 2012 Perşembe

Geç keşfedilmiş bir şiir

Kafiye 

ne diye
bu şuna
şu buna
kafiye?
başa taş
aşa yaş
Hey`e ney
tuhaf şey

kafiye
mantığı
o mantık
hediye 
sandığı
bu sandık!
o mantık
bu sandık-
ta sandık
ve yandık 
ne yandık

hendese
kümese 
tıkılmak
hadise
kırkayak
adese
oyuncak
vesvese
gökbayrak
ölümse
gel dese
tak tak tak
mu-hak-kak

sorular
sordular
neden çok
nasıl yok
niçin var

sanatsız
papağan
neden çok
ve atsız 
kahraman
niçin yok

çok ve yok
yok ve çok
aç ve tok
tok ve aç
tut ve kaç
saklambaç

neden çok
nasıl yok
niçin var

niçin`i
boğarken
piçini
yatakta
bastılar
şafakta
astılar

ve derken
nasıl yok
niçin var

bir varmış
bir yokmuş
karamış 
ve kokmuş
dünyamız
rüyamız
kapkara
manzara
gebeler
döşeksiz
ebeler
isteksiz
kubbeler
desteksiz
habbeler
süreksiz
türbeler
meleksiz
tövbeler
gerçeksiz
cübbeler
yüreksiz
cezbeler
şimşeksiz
izbeler
emeksiz
heybeler
ekmeksiz

kafiye
hikaye
dava tek
ölmemek
peygamber
ne haber
bir batan 
var vatan
kandil loş
ocak boş
ve dağ dağ
elveda!

gitme kal
nefes al
emir tez
bekletmez
ve O nur
bulunur
işte iz
geliniz
toprak post
ALLAH DOST... 

Sait Faik'e Nazire



Hicvetmeyecektim.  
Söz vermiştim de kendime.  
Kalemimi kıpırdatmayıp, harfleri yan yana getirmeyecektim.  
Edemedim yine.

Bir minicik kız çocuğu'na ithafen


Büyüdükçe huyu değişiyor insanın. Zaman ustaya gidip, 'asla' dediklerini canı pahasına satın alıyor, 'ben'i oluşturan ne varsa soyunup, ardında delil bırakmak istemeyen bir katil gibi oradan koşarak uzaklaşıyor. Belki soracaksınız, 'Nedir bu katil benzetmesi? diye. Öldürüyoruz 'biz'i, 'ben'i, sonrada siz bizi, biz sizi... 

Dönün ardınıza ve bakın, bacakları yara bere içinde koşan size. Ee hadi dönüp baksanıza! Korkmayın yetişemez size, ne de siz dönebilirsiniz o güzel günlere. Büyüme aralığını soruyorum kendime. Sonra yine gülüyorum içten içe. Ben büyüdüm mü? Ne fizikle ne de zamanla alakalı olmadığını anlıyorum bu kavramın. 

Sokaklarda, toz toprak içerisinde oynarken birden evdeki toz zerreciği yüzünden hapşırdığım an büyüdüm. Uyumayı, oynanan oyunların, yorgunluğunun atıldığı, güzel güzel rüyaların görüldüğü yer olmadığını, sadece bir sonraki gün için bir araf olduğunu anladığımda büyüdüm. Okuduğum kitaplardaki resimlerin azaldığını fark ettiğim an büyüdüm. Güç kavramının, yakar top oynarken topu en hızlı atan kişinin sahip olduğu enerji değil de, cebi en fazla dolu olan kişinin, elinde olduğunu gördüğümde büyüdüm. Kapımız az çalınmaya, başka kapıları çalmamaya başladığımızda büyüdüm. Yalnızlıktan korkan ben, kalabalıkları, sessiz sedasız terk ettiğim an büyüdüm. Yabancı, kavramının, başka ülkelerde yaşayan değil de yanı başımızda, içimizde yaşayan insanlar için kullanılmaya başladığında büyüdüm. Posta kutularına, faturalar hariç başka zarfların gelmediğini gördüğümde büyüdüm. Ölüme, dedemi yolladığımda büyüdüm. Boyumdan büyük bavullarla, hiç bilmediğim, bu yere geldiğimde büyüdüm.  

Okudum, dokudum. Aşık oldum, yoruldum, duruldum, kendimi nice nice yollara vurdum.  

Bir çığlık attı ruhum.  

Sertab ses oldu içime ve yine arafta bekleyen bu geceme. Çığlıklarla fısıldadı kulağıma bu şarkıyı.

incindim, incitildim derinden
terkettim kendimi
tesadüfen karşılaştım içimde
kendimle yeniden
bir minicik kız çocuğu bak
duruyor orada hâlâ
anlatamam gördüklerimi
o neşeli çocuğa
artık beni asla yaralayamaz
hayat eğer istemezsem
yıllar beni kolay yakalayamaz
ben durup beklemezsem
siz yine de incelikli davranın
benim kadar değilse de
ben bu yüzden, incelikler yüzünden
belki daha çok üzüldüm