8 Mart 2012 Perşembe

Titreyen Ellerimle Yazıyorum Seni




    İzmir'in ilk yerleşim yerinde otururdu anneannemler. Dimdik bir yokuş çıkardık, her adımda ardıma bakardım, görünüyor mu deniz diye, adımlardım içimde denizi, yokuş değildi çıktığım, adeta Everst'e tırmanış. Yokuşun sonunda, zirveye çıkmanın verdiği hazla, son bir dönüş ve ardımda koca deniz. Anneannemlerin evinin karşısında koca bir Rum konağı vardı, sahiplerini pek hatırlamam ama, hala anıldıkça, canlandırım zihnimde hiç tanımadığım, ama taaa içimden sevdiğim koca konağın sahiplerini. Terkedilmiş bu konak, bizi yıllardır bahçesinde, sesini çıkartmadan, sabırla oynattı, düşünüyorum da, o konak olmasaydı acaba ben ve arkdaşlarım bu denli hayal kurabilen çocuklar olabilir miydik?  Hiç sanmıyorum. Altı dairelik bir apartmandı anneannemin evi. Her kat, her daire, dün gibi içimde. Hele hele Perihan Teyze, yitirileli kaç yıl oldu, soruyorum zihnime. Eşi balıkçı, kendisi ev hanımıydı. Parkinson hastalığıyla tanışmam, çok erkendi. Dedem ben doğmadan 8 yıl önce bu hastalığa yakalanmışdı, ya Perihan Teyze? İkinci katta, sağ taraftaki dairede otururlardı, her zaman dikkatimi çeken zilleri, apartmandaki diğer insanlardan yine ayırıyordu Perihan Teyzeleri.  Siyah bir aslanın ağzında, beyaz bir düğme. Şimdi şimdi yorumluyorum içimde, neden zillerini çalmak yerine, kapılarını hep tıklattığımı. Dedemin yalnızca elleri titrerdi, ama Perihan Teyzenin hem elleri hem vücudu, üzülürdüm çocuk aklım ve kalbimle. Aksi adamdı Hasan Amca, korkardık tüm çocuklar, balık kokusunu duyduk mu, sokakta bile sessizleşirdik. Kırmızı el arabasıyla, hayatımda yediğim en güzel balıkları satmıştır Hasan Amca. Komşuluğun bitmediği bir mahalle ve apartmanda büyüdüm ben. Ne zaman Perihan Teyze ve Hasan Amca balık pişirseler, apartmana dağıtırlardı, en çok pişen balıktan bilirdim, hamsi severdi Perihan Teyze. Zaman zaman ağlardı, duyardık yukarıdan, titreyen elleri, düşürdümü birşeyleri, hemen koşup gidip, Perihan Teyze'ye el olsun isterdim ellerim. Oturma odalarında, bir duvarda sadece, çerçeveli resimler asılıydı. Severdi bizleri Perihan Teyze, apartmandaki tüm çocukların vesikalık fotoğrafları vardı, albümlerinde, evlerinde. Duvardaki en büyük çerçeveye ilişti birden gözüm, 4 yaşındayım, hatırlıyorum hala o fotoğrafı nasıl çektirdiğimi. Koca çerçevenin içinde, koca bir resim, çerçevenin sağ alt kısmanda, küçücük ben gülümsüyorum. Hala hatırlamam o büyük resmin ne olduğunu, fakat gördüğüm an kırılmıştım Perihan Teyze'ye, o küçücük resmim, daha da küçülüvermişti o koca çerçeve ve resimde. Sonra kendimi teselli ettim, sadece benim fotoğrafım bir çerçevenin içinde. Her gittiğimde Perihan Teyzelere, sadece kendi fotoğrafımı gördüm o çerçevede. Belki bana yer bulamamıştı bir albümde ya da bir çerçevede, iliştirivermişti resmimi devasa bir çerçeveye. Nedenini hiç soramadım lakin çocukluğumu ve Perihan Teyzeyi hala hatırlarım.  
Bugün bana hatırlatan ne ise, bu anıları, ben de unutmadım, kelamım ve titreyen kalbimle her daim anarım...