13 Aralık 2011 Salı

'Ruhu saran toksinlerden arınma dem'i'

Herkes huzursuz, herkes mutsuz, sanırım ruhlarımız doyumsuz...Bir cenderedir döndüren bizi hızla ve durmadan...Hıza alışmışız yavaşladıkça, küçük çocuklar gibi bağırıyoruz hayata; daha hızlı, daha hızlı diye... Kimimiz bu hızdan muzdarip, kimimiz ala ve yine kimilerimiz basıyor stop tuşuna.
Bende uzun zamandır içerisinde olduğum bu kaosun stop tuşunu buldum ve olan biteni durdurdum.İnsanın farkındalığı ne olursa olsun, her zaman onu  alt edebilecek bir şey ;nefs, kollarını dolamış insanın kalbine ve zihnine bırakmıyor iyi ve olumlu düşünsün diye... Bugün televizyonda işittim; ' detoks'  sözcüğünü,herkesin bildiği  gibi ; belirli zaman aralıklarıyla vücudu zararlı toksinlerden temizleme işlemi.Duyar duymaz içimden; detoks kavramına yeni bir anlam daha yükledim. 'Ruhsal ve zihinsel temizlenme' hepimiz beden sağlığımızı düşündüğümüz  kadar özümüzü, ruhumuzu, düşüncelerimizi düşünüyormuyuz? Ya da zaman zaman; ''benim ruhum, düşüncelerim bu kadar kirli değildi ben neler yapıyorum'' diyebiliyor muyuz? Diyemiyorsak bile artık demeliyiz çünkü; karşımızdaki bizden, biz yanımızdakinden, bir diğeri bir diğerinden mutsuz ve huzursuz.Ve en önemlisi biz, serden umutsuz...
Herkesin düşüncelerini yenileme, değiştirme ve geliştirme yöntemleri farklıdır.Kimi ruhsal detoksunu, yogayla, kimi namazla, kimi meditasyonla,kimi resim yada müzikle gerçekleştirir.Önemli olan değişim ve gelişimdir.Kaosun yada cenderenin stop tuşunu bulduktan sonra özümüzde, yöntem ve teknik artık teferruattır.Hayatta belirli zaman aralıklarıyla köşemize çekilmeli, bir kahve yapıp nefsimiz sohbete çağırmalıyız.'Ben' diyerek konuyu açtığımız taktirde asla susmayacak ve o güne kadar yaptığımız 'ben'li konuşmaları bize anlatacaktır.Ben bugün nefsimi arayıp çaya çağırdım ve başladık karşılıklı sohbete, benim yaptıklarımdan, bana yapılanlardan anlattı uzun uzun bende ona işittiğim detoks kavramından bahsettim,dinledi beni,başına geleceklerden habersiz.Daha sonra ona Mevlanayı anlattım, insanlara verdiği  öğütlerden bahsettim.Artık senin sesine değil, onun söylediklerine kulak verip, uygulayacağım dediğimde, yüzünü görmeliydiniz =) Benim detoksum Mevlananın düşüncelerini anlayıp, uygulamaya çalışarak bu gün başladı.Bu denli hoşgörü sahibi, ilişkiler, insanlar hakkında pozitif olan ve hoşgörü yolunun daimi bekçisi'nin yoluna, elimde haritasız çıkmış bulunuyorum umarım bu yollarda kaybolur, dönüş yolunu bulduğumda ise bir pare Rumi'yi anlamış olurum. 
    Nice nice Rumiler,ışıklar,yollar bulmanız umuduyla..... Herkese iyi detokslar =)    
                                         

YALNIZLIK REÇELİ

Dilimde; 'Yalnız yürümek zor,kolayını anlat' repliği bir haftadır dolanıyordum, taaa kiii bu gün çok yakın bir arkadaşımdan hayat,insanlar ve minimum müsvetteler hakkında bir şeyler işitinceye kadar.Yalnız yürümek kolay kardeşim.Çoğulluğu neyde arıyorsun bilemem ama ben ömrüm boyunca yalnız yürümek istiyorum.Hatta ve hatta dozunu abartıp yalnız koşmak yalnız coşmak =)Benim yalnızlığım insanlarla.Düşüncelerim,hislerim o denli kalabalık ki,inanın yalnız bıraktığınız bedenimi,o kalabalığın içerisinde bulamıyorum.Evet yalnızım,yüzüme gülücükler atan ancak arkamdan küfürler saçan siz sevgili dostlarım var.Evet yalnızım sizler gibi olmadığım ve olamayacağım için, sizin gözünüzde bir cüzzamlıyım.Evet yalnızım bakir düşüncelerimi sizinkiyle seviştirmedim,sizin bakmakdan korkup kırdığınız o cesaret aynalarının parçalarını ben her defasında kendi dev aynamla birleştirdim. Evet yalnızm senin sahip olamadığın bir aileye malesef ben sahip olduğum için.Evet yalnızım dünyada eşi benzeri bulunmayan bir adamın sevgisine nail olduğum için.Senin hırsların,menfaatlerin,çirkinliklerin benim yolumda kaybolduğu için yalnızım.

 Acabaaaa beni ömür boyu yalnız bırakabilir misin?

İŞARETLER DÜNYASI

Ne istiyorum ya da neyi anlatmak?  Bilmiyorum...O kadar çok hikaye var ki dilimde, elimde...Yaz yazabildiğin kadar diyorum kendime, sonra birden susuyorum,benim söylediklerimi duymayacak kadar sağır olan sizler acabaaa yazdıklarımı okuyabilecek kadar okur yazarmısınız ? Gülüp geçiyorum...Alıyorum elime kalemi kağıdı,başlıyorum duygularımı işaretlerin  dilinde anlatmaya .İlk sırayı her zaman ki gibi ünlem (!) alıyor,bunu gören virgül(,) hiç dururmu,sayıp sövmem için kağıdın neredeyse her yerinde krallık kurmuş bana göz kırpıyor, yazıyorum da yazıyorum...bunca şeyden sonra üç nokta(...) imdadıma yetişiyor.Kendisi iyi niyetli gibi gözüksede sadece biraz dinlenmem ve tekrar saydırmam için sanırım bana zaman veriyor.Bu kadar dinlenmek yeter, şimdi de seni,düşüncelerini biraz kısıtlama zamanı,çok farklısın,çok farkındasın bu bize zarar diyerek, parantez( ) beliriyor.Daha ben konuşma(-) çizgisini savunmamı yapması için çağırmamışken,noktalıyıveriyorlar(.) işaretler dilindeki şu naciz hayatımı.
Yazdıklarım ne bir ütopya ne de bir düş, sadece içinde bulunduğumuz koca bir kaos...Etrafımızdaki herkes ceplerinde,ellerinde,dillerinde ve en önemlisi kalplerinde asla kullanmaktan sakınmadıkları bu işaretlerle dolaşıyor.Benim dünyam bu beyaz kağıt. Ve noktalama işaretlerim benim duygu dilimin şartlı göstergesi...Acaba senin hayatın sayfaları benimki kadar beyaz mı?

Duyguların dili vardır...

Aynı dili konuşmuyorsa ruhlarımız,anlamak için birbirimizi başka bir  lisana gerek yok. Demek ki birbirimize yabancı dillerimiz.İnsan her zaman tepkisini kendi dilinde en iyi şekilde ifade edebilir,sen öğrettin bunu bana...Kızgınlığını,sevgisini,üzüntüsünü kendi dilinde...Yitirdim yollarında kendimi ifade edebilme yetimi...Anlatamadım sana o büyükkkk görünen bu küçücük derdimi...Hani bir yabancıya anlaması için bağıra bağıra ama Türkçe birşeyler anlatırsın ya, bende öyle bağırıyorum sana...Hangi dilse konuştuğun, sözcüklerimi anlaman için, hangi düşünceyse barındırdığın,benimkileride bağrına basabilmen için,hangi duygularsa sana dokunan içine işleyen,hangi mutluluksa senin yüzünü güldürebilen,ben hepsi ve herşey olmaya hazırım...Dilsiz,duygusuz ve kimliksiz....Yeni bir anlam yüklüyorum bu değişime,yont şekil ver adate bir heykaltraş gibi...Tek arzum sende müptela olasın o heykeltraşın kendi yaptığı heykeline müptela olduğu gibi...

Eylül

Neler yazılmadı 'Eylül'için!! Ne şarkılar ne şiirler ne romanlar ya da eylül de neeee çok kalanlar...Benzemez hiç bir dem'e,vakurdur duruşu.Kış gibi soğuk soğuk gülümsemez, yaz gibi gerdan kırıp,kikirdemez....Bir başkadır Eylül.Bırakıverirsin hovarda hovarda dolaştığın o caanımm sevgilini bu ayda,alıverirsin yeni kararlar bozmak için bir sonraki ayda.Camda beklersin tek bir damla yağmuru,bir bakarsın göğün gözleri dolu dolu...Yazarsın belki benim gibi...gelmişi,geçmişi sayar söversin, belki de içindekini yıkar geçersin... 

Devir geç ruhunu,bir bak bakalım kalbinin içi ne ile dolu?En büyük metafordur mevsimler,renkler...Ama Eylül...Onca realistliği ile karşında,yaz yazabildiğin kadar bu ayda.Ruhunu efsuniyeti sarmış nasıl olsa...

Yazmasam Deli Olacaktım…

Ne de güzel söylemiş Sait Faik...Bu günlerde aynı duyguları paylaşmak ne denli gurur veriyor benim gibi yeni bir yetmeye...Yazmasam deli olacak,çıldıracak ve hatta bir sürü ruhsal bozukluk belirtisi gösterecektim =) 

Klişeleşmiyeceğim;kalabalıklar içinde hele hele hiç yalnız değilim=) amma velakin bir başka dünya edebiyat bir başka lisan yazmak.Anlatamaz oldum bu aralar kendimi beşerilerin kullandığı dille,kafamın içinde bir hazine, sözcüklerle, duygularla devamlı oynuyor, yeni anlam ve duygular yüklüyorum.Ya da kendime yeni bir dünya kuruyorum kim bilir? 

İnsanın kendini ilmek ilmek dokumasını bir tırtıla benzetiyorum,o tırtıl diye aşağımıdır sizce bizden? Ya da bizim kendimizi dokuduğumuz,geliştirdiğimiz süreç daha mı ulvidir bir diğerinden?Hiç sanmıyorum...Çünkü hiç birimiz ne aynı hayatları yaşıyor ne de aynı dilleri konuşuyoruz.İngilizce,Fransızca ya da bilmem ne hiç biri yabancı bir dil değil, ana dilimizdeki insanlarla anlaşamdığımız dile göre,ya da hiç biri yabancı değil, kendi topraklarında bir birine bu denli yabancı yüzlerce kültüre göre...İtiraf ediyorum,evet evet itiraf ediyorum yabancısınız bana, ben de size.Ne aynı topraklarda yaşıyorum sizinle ne de aynı dili konuşuyorum içinizden biriyle. 

Madden var olmak,ruhen de var olmayı zorunlu tutabilir mi bu yer yüzünde?En azından beni tutamadı.Meziyetim yazmak benim,dediğim gibi adete bir tırtıl gibi ilmek ilmek dokumak,sözcüklerle duyguları yazın dünyamda bir tutmak.Belkide seninki sol anahtarının,duygularının kilidini açmasına izin vermek ya da seninki,herkesin karamsarlığa kardeş ettiği siyah rengi tuvalde yeniden anlamlandırmak,adlandırmak. 

Bir meziyeti olmalı insanın,bir duruşu...Düşünebilmeli ruhunun derinliklerini,Tanrının ne denli muhteşem bir sanatçı olduğunu,bahşedilen uzuvların manasına varmalı,sirayet etmeli o yüce ruh bu aciz bedenlere,düşüncelere...

Yetişemiyorum zihnimdeki düşüncelere,kelamım aciz kalıyor,bu efsunlu fikirlere...Daha sonra bir cerrah gibi şakaklarımdan sokuyorum kalemi,akıtıyorum kağıda düşünceleri,o düşünceler aktıça beynimden değil de kalbinden sanki bir yerler ferahlıyor,boşalıyor... 

Kanserli bir hücreyi kesmek gibi,kalbe dolanan bağları çözmek gibi ama en önemlisi senin beni anladığını düşünmek gibi bir şey benim için yazmak,yazmasaydım kozasında ölen bir tırtıl olacaktım ama şimdi kanatlarımdaki renkler belki birinin gözünü alırda, yönünü bana döndürür işte o zaman aynı yöne uçar aynı dili konuşuruz bu topraklarda....

Duygularıma Evet Zihnime Asla =)

Garip varlıklarız vesselam...Günümüzde meziyet olarak adlandırılırken insan olma yetisi,düşüncelerini ve eylemlerini onaylamadığım biri için hüngür hüngür ağlarken buldum kendimi...Tamam kabul ediyorum fazla insanım=) ama hiç paylaşımının olmadığı,aksine düşüncelerinin hiç bir payda da buluşmadığı biri için bu kadar yanmak,güzelleştiriyor ruhumu.

Öğleye doğru uyandığımda televizyonun karşısında,ağlarken buldum kendimi.Kime? Ne için? ağladığımın bir önemi yoktu, orada yaşı kaç olursa olsun mesleği,konumu ne teşkil ederse etsin dudağını bükmüş,göz yaşlarına emretmiş lakin anneciğinin adını duyduğu vakit, onun küçücük savunmasız ve korunmasız oğlu olan o koca adama ağlıyordum. O koca adamı hiç hazetmem, ama o küçücük çocuğu basıverdim bağrıma.Titrerken dudakları,akarken gözünden için için yaşları,bende akıttım içimden onun için göz yaşlarımı.Sevincide,hüznüde paylaşmayı severiz,bakındım etrafıma, kimse yok.Bağırdım odalara;'''Gelinnnnnn çabukkkkkkk'. Televizyondaki kişi farklı ya da yabancı değildi onlar için, lakin bir de benim gördüğüm gibi görsünler,baktığım gibi baksınlar istedim.Kaldırdık tüm yargıları,yorumları....Adı,sanı neydi? Hatırlamıyordum artık,sadece beş saniye, neler değiştirdi zihnimde.Hemen telefona sarıldım,o arama sesi ne kadar uzun ve çekilmez geldi, ilk defa anladım.Annem telefonda,annemin sesi kulaklarımda ve en önemlisi benim annem hayatta.Bir ölüm bu kadar mı etkileyebilirdi bir insanı? ya da şöyle sorayım, tanımadığınız birinin ölümü,sevmediğiniz bir insanın bu ölüme duyduğu acı bu kadar mı dokuna bilirdi, insanlığınıza?Onun acısıyla lal olurken dil'im,annemin sesi yetmedi,ehlileştirmeye beni.Ati'de ne olur mechul fakat, an'da annem kabul ettiğim,en sevdiğim kişinin annesini de aradım.İşte şimdi sakinleşmiştim.Sesiyle,sevgisiyle yanımda olan insanları gördükçe,şükrümün mertebesi hayal bile edilemezdi.

Sanırım acısına ortak olduğum, insanı hepiniz anladınız. Annesini 2 gün önce kaybeden, Recep Tayyip Erdoğan...Fikrim,duygularım değişti lakin, insanlığıma dokunabildiğin gibi hala oy'larıma asla dokunamzsın=)